Blog

14.04.2016 20:53
DÜNYA'MIZDA BAZI CANLI TÜRLERİNİN YOK OLMASININ DOĞAL DENGEYE ETKİSİ
 
   Yeryüzünde çok sayıda canlı yaşamaktadır. Canlılar, yaşamlarını çevreleriyle sürekli bir etkileşim içinde sürdürürler. Beslenme, barınma ve çoğalma gibi temel gereksinimlerini yaşadıkları bu doğal ortamdan karşılarlar. Doğal ortamda canlılarla cansızlar arasındaki sürekli ilişkiye doğal denge denir. Doğal ortamın zarar görmesi, doğal dengenin bozulmasına neden olur. Bu da o çevrede yaşayan canlıların, yok olması veya türlerinin azalması anlamına gelir.
 
   Canlılar arasında, bulunduğu çevreyi en çok etkileyen ve ona zarar veren insandır. Günümüzde dünya nüfusu hızla artmaktadır. Artan nüfusun beslenme, barınma vb. gereksinimlerini karşılayabilmek için doğal ortam, insanların bilinçsiz davranışları sonucunda bozulur. Ormanlar, tarla açmak, bina yapmak amacıyla veya yangınlarla yok edilir. Oysa ki ormanlar, doğal dengeyi sağlayan çok sayıda canlının barınma ve beslenme ortamıdır. Ayrıca çevreyi canlı tutan, güzelleştiren, erozyonu önleyen, toprak kaymalarını engelleyen ve insanlara pek çok ürün sağlayan doğal varlıklar yine ormanlardır. Bunların yok edilmesi, orada yaşayan canlıların da tükenmesine, insanların bu ürünlerden yoksun kalmasına ve doğal ortamın bozulmasına neden olur.
 
   Aynı şekilde sanayi atıkları ve daha başka maddelerle suların (deniz, göl ve akarsu) kirletilmesi de pek çok canlı türünün azalmasına veya yok olmasına neden olur. Av yasağına uymama ve aşırı avlanma da canlı türlerini yok eden bir başka etmendir. Görülüyor ki, doğal ortamın bozulmasının kaynağında her insan vardır. İnsanın doğal ortama bu şekilde müdahalesi dünyanın zenginliğini büyük çapta yitirmesine neden olur. Sonuçta, yaşamak için birbirlerine doğrudan veya dolaylı olarak muhtaç olan canlılardan birinin yok olması, doğada düzeltilemeyecek bozulmalara yol açar. Bu bakımdan doğal çevreyi korumak önemlidir. Çevrenin korunması biz insanların çevreye karşı duyarlı olmasıyla mümkündür.
 
   Hepimize büyük yarar sağlayan doğal çevremize karşı görevimiz, onu yok etmek değil, korumak, geliştirmek ve ondan bilinçli olarak yararlanmaktır. Bu nedenle tüm canlıları sevmeli ve doğayla dost olmalıyız.
 
   Son yıllarda, doğal dengenin bozulmasının doğuracağı sonuçların ne kadar önemli olduğunu anlayan ülkeler, çevre korumasına büyük önem vermeye başlamışlardır. Yurdumuzda da doğal yaşamı korumak amacıyla pek çok milli park oluşturulmuştur. Kuşcenneti, Yedigöller, Kovada Gölü ve Uludağ milli parkları bunlara örnektir.
 
DOĞAL KAYNAKLARIN BİLİNÇSİZCE TÜKETİLMESİ
 
   Yaşamımızı sürdürmek için doğal kaynaklardan yararlanırız. Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler doğal kaynaklarımızı oluşturur. Bitmeyecekmiş gibi görünen bu kaynaklar, insanların bilinçsizce davranışları sonucu hızla azalmaktadır. Oysa görevimiz, bunları yok etmek değil, korumaktır.
 
   Bitkiler ve hayvanlar, yaşamları için gerekli oksijeni havadan alırlar. Havanın çeşitli şekillerde kirletilmesi, bu kirliliğin yağmur suları ile yeryüzüne inerek akarsu, yer altı suları ve toprağa karışması, orada yaşayan canlıları olumsuz yönde etkiler. Onların türlerinin azalmasına veya yok olmasına neden olur. Çünkü doğadaki canlıların zenginliği, sağlıklı bir çevrenin var olmasına bağlıdır.
 
   Su, sağlıklı bir hayatın devamı için canlıların gereksinim duyduğu en önemli doğal kaynaklardandır. Yeryüzünün yaklaşık dörtte üçünü ve canlı vücudunun önemli bir kısmını su oluşturur. İnsanlar birçok alanda (temizlik işlerinde, elektrik enerjisinin elde edilmesinde, bahçe ve tarlaların sulanmasında, deniz ulaşımında vb.) sudan yararlanır. Su, içinde yaşayan birçok canlıya da yaşama ortamı sağlar. Burada yaşayan balıkların beslenmemiz açısından önemi büyüktür.
 
   İnsanların yıllarca deniz, göl ve akarsulara bıraktığı atık maddeler, buralarda yaşayan canlı türlerinin azalmasına, bazılarının da yok olmasına neden olmuştur. Ayrıca buna bağlı olarak birçok önemli turizm merkezi de özelliğini yitirmiştir. Örneğin, bugün yurdumuzda Haliç ve İzmit Körfezi'nin çeşitli şekillerde kirletilmesi, çevre ve orada yaşayan canlılar için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Sanayinin hızla gelişmesi de su kaynağının tüketimini etkilemektedir. Ancak ülkelerin kalkınmasında ve iş olanaklarının oluşturulmasında sanayi kuruluşlarına da gereksinim vardır. Burada dikkat edilmesi gereken konu, suyun tutumlu bir şekilde ve kirletilmeden kirletilmeden kullanılmasıdır.
 
   Aynı şekilde doğal kaynaklarımızdan olan ormanların da sayılamayacak kadar yararları vardır. Bunlardan, gelecek kuşakların da yararlanmasını sağlamak için onları korumalıyız. Nüfus artışına paralel olarak giderek artan bir biçimde kullanılan bu kaynaklar korunmadığı takdirde zamanla tükenme noktasına gelir. Bu durum, doğa için bir felaket oluşturur.
 
   Yaşamın doğal kaynağı olan toprağa bırakılan zararlı katı ve sıvı atıklar, zamanla toprağın özelliğini kaybetmesine neden olur. Verimliliğini yitiren toprak, üzerinde yaşayanları besleyemez duruma gelir. Bitki örtüsünden yoksun kalan toprak, sularla taşınarak gölleri doldurur ve oradaki canlıların yok olmasına neden olur.
 
   Doğal kaynaklarımızdan olan yer altı zenginlikleri (madenler) de insanlar tarafından bilinçsizce tüketilmesi sayesinde her geçen gün azalmaktadır. Madenlerden, sanayi alanında, enerji elde etmede ve başka alanlarda yararlanmaktayız. Yapılan araştırmalara göre çok önemli birer enerji kaynağı olan petrol, kömür ve doğal gaz, yeni yataklar bulunmazsa, aşırı kullanılmaları nedeniyle çok kısa bir zaman sonra tükenecekleri belirtilmektedir. Bu bakımdan gerek enerji kaynaklarımızı, gerekse diğer yer altı kaynaklarımızı bilinçli kullanarak onlardan daha uzun bir süre yararlanmayı sağlamalıyız.
 
   Şu halde yaşamımız için vazgeçilmez birer kaynak olan doğal kaynaklarımızı bilinçli kullanmak, en başta gelen görevlerimiz içerisinde olmalıdır.Günlük yaşantımızda, okulda ve evde bilinçli birer tüketici olmak durumundayız. Su, elektrik, yakıt ve besin maddelerini israfa kaçmadan gerektiği kadar kullanmalıyız.
 
SAVAŞ, AÇLIK VE İSRAF
 
   Savaşlar, insanlar üzerinde uzun yıllar silinemeyecek olumsuz etkiler bırakan felaketlerdir. Savaşların pek çok nedeni olabilir. Ancak bazen gerçek nedenleri yerine basit bir nedenden dolayı da savaş çıkmaktadır. Çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden olan savaşlar, pek çok kişinin de sakat kalmasına neden olmaktadır. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte savaşlarda kullanılan silahlarda büyük gelişme olmuştur. Özellikle kitle imha silahlarından olan nükleer (atom bombası), biyolojik ve kimyasal silahların savaşlarda kullanılması halinde büyük çapta ölümlerin, acıların yaşanacağı bir gerçektir. Nitekim İkinci Dünya Savaşı'nda Japonya'nın Nagazaki ve Hiroşima kentlerine atılan atom bombaları çok sayıda insanın ölmesine, sakat kalmasına ve hastalanmasına neden olmuştur. Bombaların etkisi günümüzde de devam etmektedir. Bu durum ülkeleri savaş yapmamak için önlem almaya zorlamıştır . Bu amaçla Birleşmiş Milletler Teşkilatı kurulmuş, birçok anlaşma ve sözleşme yapılmış ve bu tür silahların yapımı, kullanılması yasaklanmıştır.
 
   Savaş ve açlık kavramları arasında doğrudan bir bağ bulunmaktadır. Doğal çevreye de zarar veren savaşlar, açlığa da neden olan ekonomik ve sosyal etkenlerin başında gelir. Ülkelerin silahlanmaya ayırdıkları büyük paralar, o ülkedeki toplumun açlık felaketi ile karşı karşıya kalması sonucunu doğurabilir.
 
   Dünyadaki besin kaynaklarının dağılımında büyük farklılıklar vardır. Bu kaynaklar, bazı ülkelerde çok bol iken, bazılarında azdır. Kaynakların az olması, ülkelerde açlığa neden olmaktadır. Dünyada açlığa karşı mücadele etmek amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı (FAO) 'na göre 450 milyon insan açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Bu tehlikede çoğunluğu çocuklar oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletler Uluslar Arası Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), her yıl bu şekilde 15 milyon çocuğun öldüğünü belirtmektedir.
 
   Açlıkla karşı karşıya olan insanların çoğunluğunu Afrika ve Asya kıt'alarındaki bazı ülkeler oluşturmaktadır. Gelişmiş ve bol miktarda besin maddesine sahip ülkeler, açlıkla karşı karşıya bulunan ülkelere, gıda ve parasal yardımda bulunmaktadır. Ayrıca FAO ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı gibi uluslararası kuruluşlar da bunlara yardım elini uzatmaktadır. Ancak bu ülkelerde nüfus artışının hızlı olması, yapılan yardımlarla açlığın önlenmesinde başarıya ulaşılmasını güçleştirmektedir.
 
   Yurdumuz, kendi gereksinimi olan tarım ürünlerini kendi topraklarındım sağlayabilen çok az ülkeden biridir. Bu özelliği ile beslenme sorunu bulunmayan ender ülkelerdendir. Bununla birlikte ülkemizde, yanlış beslenme alışkanlığından kaynaklanan dengesiz bir beslenme sorunundan söz etmek mümkündür. Dengesiz ve yetersiz beslenme birçok hastalığı beraberinde getirmektedir.
 
   Bazı ülkelerde her yıl çok sayıda insan açlıktan ölürken, bazı ülkelerde büyük bir savurganlık ve israf yaşanmaktadır. İsraf, ülkelerin ekonomilerini çökerten bir faktördür. Bu bakımdan her konuda tasarrufa dikkat etmeli, israftan kaçınılmalıdır.
 
   İsraf yalnızca besin maddelerinin bilinçsizce tüketiminde yaşanmaz. Aynı zamanda insan gücü ve beyin gücünün de uygun alanlarda kullanılmamasıyla da gerçekleşir. Bu alanlardaki israf nedeniyle Türkiye, dünya ülkeleri içerisinde ön sıralarda yer almaktadır. İsrafın önüne geçebilmek için her alanda tutumlu olmak gerekir. Gereksinimimiz olan maddeleri, zamanımızı ve gücümüzü tasarruflu kullanmak zorundayız, Ülkemize olan sevgimizi, bu şekilde davranarak gösterebiliriz.
 
NÜKLEER, BİYOLOJİK VE KİMYASAL SİLAHLAR İLE MAYINLARIN KULLANIMI
 
   Kısaca, kitle imha silahları (KİS) olarak bilinen nükleer, biyolojik ve kimyasal (NBC) silahlar, insanlığın geleceği için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
 
   Son yıllarda özellikle Orta Doğu ülkelerinin bir kısmında giderek artan bir silahlanma yarışı gözlenmektedir. Endişe verici en önemli gelişmeler, çok sayıda insanın birden ölümünü ve stratejik tesislerin yok olmasını hedefleyen nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar alanında olmaktadır. Bu silahların fırlatılmalarını sağlayan füzelerin 600-1000 km arasındaki uzaklıklara kadar etkili olmaları, kullanılmaları halinde insanlığa büyük zararlar verecektir.
 
   Yurdumuzun çevresinde bulunan bazı komşu ülkelerin, söz konusu silahları geliştirme yönündeki çalışmaları, Türkiye ve dünya tarafından yakından ve kaygıyla izlenmektedir. Bu çerçevede ülkemiz ve daha pek çok ülke, bu silahların yapılmasının, kullanılmasının ve yayılmasının önlenmesine ilişkin uluslar arası anlaşmalara üye olmuştur. Ancak bu silahların yapımı, yayılması, kullanılması ve denenmesi çeşitli antlaşmalarla yasaklanmasına rağmen, bazı ülkelerin bu silahlarla ilgili gizli çalışmaları olduğu belirtilmektedir. Bu durumda nükleer silahlar insanlığın geleceğini tehdit etmeye devam etmektedir. İnsanlık için bir felaket oluşturan bu silahların yapılması ve kullanılması mutlaka engellenmelidir. Bu konuda, Dünya devletlerine önemli görevler düşmektedir.
 
BAŞLICA BULAŞICI HASTALIKLAR
 
  Her hastalık önemlidir. Ancak sık görülen ve birçok kişinin ölümüne veya sakat kalmasına yol açan hastalıkların toplum açısından ayrı önemi vardır. Böyle hastalıklara önemli hastalıklar denir. Bulaşıcı hastalıklar da tarih boyunca önemli hastalıkların başında gelmiştir, Günümüzde de bazı bulaşıcı hastalıklar hala önemini korumaktadır. Her yıl binlerce kişi bu hastalıklara yakalanmakta ve yaşamını yitirmektedir.
 
   Kızamık, kızamıkçık, kabakulak, suçiçeği, boğmaca gibi hastalıklar Özellikle çocuklar için büyük önem taşımaktadır. Tifo, dizanteri, kolera, bulaşıcı sarılık (hepatit), AİDS, trahom, sıtma ve kuduz gibi hastalıklar da insanların ölümüne neden olabilen önemli bulaşıcı hastalıklardır. Bu hastalıklar hasta kişiyle doğrudan temas yoluyla bulaşabildiği gibi, su, besin, kan ve havayla da bulaşabilir. Ayrıca bazı sineklerin sokması, bazı hasta hayvanların ısırması ve tırmalaması yoluyla da bulaşması mümkündür.
 
  Bunlardan, özellikle çocuklar için önemli olan hastalıklar, hasta kişinin öksürük ve hapşırmasıyla çevreye yaydığı mikroplar aracılığıyla bulaşır. Tifo, dizanteri, kolera, bulaşıcı sarılık ve AİDS gibi hastalıklar ise daha çok su, besin ve kan yoluyla bulaşan hastalıklardır. Sıtma (sivrisinekle) ve trahom (karasinekle) sineklerin sokması, kuduz da hasta hayvanların (köpek, kedi gibi) ısırması ile bulaşır.
 
   Çağımızda insanlığı tehdit eden en önemli hastalıklardan biri de AİDS'tir. Bu hastalık vücudun başka hastalıklara karşı direncini azaltarak ölüme yol açar. Etkeni bir virüstür. Hem kan yoluyla hem de cinsel ilişki ile bulaşan bu hastalığın henüz tedavisi ve aşısı yoktur. AİDS hastalığına yakalanma riskinin en çok olduğu gruplar, güvenli cinsel ilişkisi olmayanlar, kan ürünleri kullanması gerekenler, uyuşturucu bağımlıları ve sağlık personelidir. Bu hastalıktan korunmak için, kan ürünleri kullanması gerekenler, mutlaka gerekli tahlilleri yapılmış kan ürünlerini tercih etmelidirler. Ayrıca kullanılan birtakım aletlerin (cerrahi, diş fırçası, manikür aletleri vb.) sterilize edilerek kullanılması gerekmektedir. Bunun yanında sağlıklı cinsel ilişki kurallarına uyulmalıdır.
 
   Çağımızda henüz tedavisi olmayan bir diğer önemli bulaşıcı hastalık da HEPATİT B (sarılık)'dir. Bu hastalık da kan yoluyla ve cinsel ilişki ile bulaşmaktadır. Bu hastalığa yakalananlarda, karaciğer yetmezliği ve karaciğer kanseri oluşma ihtimali yüksektir.
 
   Hepatit B'den korunmak için aşı yaptırmalı, test edilmemiş kan kullanılmamalı, tıbbi aletler sterilize edilerek kullanılmalıdır. Ayrıca bir defa kullanılan enjektörler atılmalı, güvenli cinsel ilişki ve tek eşlilik kurallarına uyulmalıdır.
 
EĞİTİMSİZ NÜFUS VE İŞSİZLİK
 
   Eğitim, insanların en temel hakkıdır. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile eğitim sistemleri arasında çok sıkı bir bağ vardır. Ancak dünya ülkeleri arasında okuryazar oranı konusunda çok büyük ayrılıklar vardır. Gelişmiş ülkelerde okuryazar oranı %95'i aşarken pek çok ülkede bu oran oldukça düşüktür. Okuryazar olmayanların oranı özellikle Afrika ülkelerinde fazladır. Bu ülkelerde okuryazar olmayanlar, nüfusun %60'ından daha fazlasını oluşturuyor. Okuryazar oranının düşük olduğu ülkeler, dünyada nüfus artışının en yoğun olduğu ülkelerdir. İllimi karşılık yoksulluk nedeniyle bu ülkelerin eğitime ayırabildiği ödenek oldukça azdır. Oysa zengin ülkeler, eğitim için çok büyük harcamalar yapmaktadır. Örneğin, Fransa'da milli eğitimin bütçesi, devletin en önemli harcaması haline gelmiştir.
 
   Yoksul ülkelerde, temel bilgilerin verilmesinde bazı sorunlarla karşılaşılmaktadır. Eğitimin dershane yerine açık havada yapılması, öğretmenlerin yeterince eğitilememiş ve sınıfların kalabalık olması (80-100 kişi), okul araç ve gereçlerinin yetersizliği vb. bu sorunlara örnektir. Bu ülkelerde çok sayıda çocuk ilköğretime devam edememekte veya hiç okula gidememektedir. Çünkü bu çocukların büyük çoğunluğunu yoksul ve eğitimsiz ailelerin çocukları oluşturmaktadır. Bu nedenle, ailelerine maddi katkıda bulunmak amacıyla küçük yaşta çalışmak zorunda kalan bu çocukların zamanla kötü alışkanlıklar kazanmaları kaçınılmaz olmaktadır.
 
   Gelişmemiş ülkelerde kız çocukları ile erkek çocukları arasında, okula gitme ve eğitilme konusunda oldukça belirgin bir eşitsizlik vardır. Çünkü bu ülkelerde, kız çocuklarını daha çok aile çevresi içerisinde tutmaya yönelik bir anlayış hakimdir. Bu durum kadınların ekonomik, sosyal ve siyasal hayatın dışında kalmasına neden olmaktadır. Bu eşitsizliğe küçük oranda da olsa sanayileşmiş ülkelerde de rastlanmak mümkündür. Oysa ki bir ülkenin eğitilmiş kadın nüfusu, ne kadar çok olursa o ülkenin sosyal durumu da o kadar yüksek olur. Çünkü eğitilmiş kadın, çocuğunu da iyi eğiten kadındır. Böylece toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel yönlerden düzeyini yükseltmiş olmaktadır.
 
   Son yıllarda yoksul ülkelerde cehalete karşı büyük bir savaş açılmıştır. 196O'lı yıllardan itibaren pek çok ülke, bu konuya öncelik vermeye başlamıştır. Okul çağındaki çocukları eğitebilmek için çok büyük harcamalar yapılmaktadır. Okuryazar olmayan yetişkinler için de bu konuda büyük gayretler sarf edilmekte ve olumlu sonuçlar alınmaktadır. Buna rağmen dünyada okuma yazma bilmeyenlerin sayısı oldukça yüksektir. Bu konuda ciddi çalışmaların yapılması gerekmektedir.
 
   Ülkemizde de devletimizin, her vatandaşın okuryazar olması konusunda büyük gayretleri vardır. Bu amaçla en küçük yerleşim birimine kadar eğitim hizmetlerini götürmeye çalışmaktadır. Bunun mümkün olmadığı yerlerde taşımalı sistemle çocuklarını eğitmektedir. Ayrıca yatılı bölge okulları açmakta ve daha pek çok proje ile çocuklarına bu hizmeti sağlamaya çalışmaktadır.
 
   Devletimiz, eğitim hizmetlerini yalnızca okul çağında olan çocuklarına değil, ayrıca yetişkinlere de götürmeye çalışmaktadır. Bu hizmetiyle okuma yazma bilmeyenler için açtığı kurslarla vatandaşlarına okuryazar duruma getirdiği gibi, onlara beceri kursları ile meslek de kazandırmaktadır. Etkin bir temel eğitim, ekonomik kalkınmanın da temel öğesidir. Çünkü eğitim, ekonomik büyümenin ve işsizliği önlemenin de ön koşuludur. Eğitim, çocuklara, gençlere, hatta yetişkinlere temel beceriler kazandırır. Onların topluma etkin bir biçimde katılmalarını sağlar. Bu durum ekonomik gelişmeyi hızlandırır. Toplumsal ilişkileri geliştirir. Bunun böyle olmaması halinde toplumda bunalımlar olur, yoksulluk ve işsizlik başlar.
 
   İşsiz insan, çalışabilir durumda olduğu halde işten yoksun olan ve karşılığında para kazanacağı bir iş arayan kimsedir. Günümüzde işsizlik, ekonomik özelliklerine bağlı olarak gelişmiş ülkelerin bile sorunu olmaktadır. Bu sorun gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerde hızlı nüfus artışına paralel olarak kendini daha çok belli eder.
 
   Ülkemizde de bir yandan hızlı nüfus artışı, öte yandan tarım topraklarının daha çok insan tarafından bölüşülmek zorunda kalınması, kırdan kente göç hareketleri ile işsizlik sorunu yaşanmaktadır.
14.04.2016 20:47
   Gezegenimiz üzerindeki her beş canlı türünden ikisinin soyu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya! Hergün çok daha fazla sayıda canlı türü yeryüzünden siliniyor! İşte son dünya raporundan çarpıcı sonuçlar.
 
   Gezegenimiz üzerinde bilim insanları tarafından belirlenen her beş canlı türünden ikisinin soyu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya! Bu çarpıcı saptama Dünya Doğal Varlıkları Koruma Birliği (IUCN) tarafından kısa bir süre önce yayımlanan "Soyları Tehlikede Olan Canlılar ile ilgili Kırmızı Liste" verilerinden kaynaklanıyor.
 
   Yeryüzündeki toplam 16,119 hayvan ve bitki türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya Her 8 kuş, 4 memeli ve 3 iki yaşamlı canlı türünden birinin soyu yok olmaya yüz tutmuş durumda. Kayıtların tutulmaya başlanmasından bu yana, 784 canlı türünün yeryüzünden silinip yok olduğu belirtiliyor IUCN genel başkanı Achim Steiner, "Biyolojik çeşitlilik artacağına, giderek azalıyor," diyor.
 
  Bunun başlıca nedenlerinden biri, her zaman olduğu gibi, biz insanlar İnsanoğlu yeryüzündeki bitey ve direyi hem doğrudan, hem de dolaylı olarak etkiliyor . Avcılık ve yetişme ortamlarının (habitat) yok olması canlı türlerini olumsuz etkilerken, küresel ısınma da ciddi bir tehlike olarak karşımıza çıkıyor. 
 
  
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Geri Dönüşü Yok 
 
   Steiner bu eğilimin artık geriye dönüşü olmadığına, bu yüzden de korumanın işe yarayabileceğine dikkat çekiyor 1990larda sürdürülen koruma çalışmaları beyaz kuyruklu kartal (Haliaeetus albicilla) sayısının iki katına çıkmasını sağladı. Hint Okyanusundaki Noel Adalarına özgü bir kuş türü olan ve sayıları gerek yaşam ortamının yok olması gerekse bölgeyi sarı deli karıncaların (Anoplolepis gracilipes) basması yüzünden her geçen gün azalmaya başlayan Papasula abbottiler artık yeniden çoğalıyorlar. Bu kuşlar şimdi durumları kritik canlılar arasında değil, tehlikede olan türler arasında yer alıyor.
 
   Steiner yeryüzündeki biyolojik çeşitliliğin salt çevrecilerin çabalarıyla kurtarılamayacağına, güç ve kaynaklara sahip herkesin bu sorumluluğu üstlenmesi gerektiğine inanıyor.
 
   Kutup bölgelerinde ayıların sayısı azalıyor . Kutup ayıları öylesine güçlü yüzücüler ki, dirimbilimcilerin büyük bir bölümü bunların karadan çok denizde yaşayan canlılar kapsamında ele alınmaları gerektiğine inanıyor. Ne var ki, küresel ısınma Kuzey Kutbundaki buzulları erittikçe bu hayvanların büyük bir çoğunluğu açlıktan ölecek ya da sularda boğulup yok olacak.
 
   Kutup ayıları: Kutup ayılarının bel bağladığı yaz mevsimindeki deniz buzları her geçen gün hızla azalıyor Yapılan ölçümler buzulların yüzölçümünün önümüzdeki yüzyıl içinde en az yarı yarıya azalacağını, hatta tümden yok olabileceğini ortaya koyuyor.
 
   IUCN Kırmızı Liste ofisi görevlilerinden Craig Hilton-Taylor bu durumun kutup ayıları üzerinde feci bir etki yaratacağına parmak basarak, "Bunlar yılın büyük bir bölümünü buzun üzerinde avlanarak geçiriyorlar Buzların erimesi durumunda kutup ayıları nüfusunun önümüzdeki 45 yılda 25 binden 17,500e düşmesi bekleniyor" diyor Uyarı sinyalleri şimdiden geliyor Alaskanın kutuplara açılan kıyısında kısa bir süre önce havadan yapılan bir inceleme sonucunda Beaufort Denizinde yüzen dört ölü kutup ayısına tanık olundu A B D İçişleri Bakanlığı Maden Araştırma Bölümü yetkililerinden Charles Monnett 16 yıldır yapılan bu tür incelemelerde ilk kez cansız kutup ayılarına rastlandığına dikkat çekiyor.
 
   Monnett çoğu kişinin ayıların buzlardan kıyıya yüzerken güçten düşüp boğulduklarına inandığını, ancak kendisinin bu görüşe katılmadığını belirtiyor. Açık sularda yaşam koşullarının giderek güçleşmesinin bunda çok daha etkili olabileceği sanılıyor. Uzmanlar kutup ayısının (Ursus maritimus) geleceğinin, görünüşe bakılırsa, buz denizinin geleceğiyle yakından bağlantılı olduğunu düşünüyorlar.
 
   IUCN Kırmızı Listeye göre, son on yılda nüfusunun yaklaşık %80i yok olan dama ceylanlarının günümüzdeki sayısı 300ü bile bulmuyor Şimdi yok olma tehlikesi ciddi boyutta olan türler arasında yer alan dama ceylanlarının bir zamanlar 12 Sahel ülkesi ve çevresinde çok yaygın oldukları belirtiliyor.
 
   Bir antilop türü olan kılıç boynuzlu oryxin soyu yeryüzünden artık tükendiği gibi, bir zamanlar Moğolistandan Orta Asyaya, Türkiyeden Arap yarımadasına dek uzanan topraklarda yaşayan en yaygın canlı türlerinden biri olan guatrlı antilopların sayıları da hızla azalıyor. IUCN antilop uzmanlarından ve Manchester Metropolitan Üniversitesi görevlilerinden David Mallori bu durumun öncelikle avcılık ve habitat yitiminden kaynaklandığına dikkat çekiyor.
 
   Antilop avcılığının bir bölümü geçim amaçlı olsa da, büyük bir bölümünün eğlence amaçlı olduğu belirtiliyor Mallori Körfez ülkelerinden buralara akın eden insanların düzenledikleri kitlesel av eğlencelerinin bölgenin doğal dengesini altüst ettiğine parmak basıyor.
 
Irmak ve Okyanuslar: 
 
   Deniz ürünlerine ve suya duyduğumuz açlığın giderek yoğunlaşması gezegenimizde yaşayan su canlıları için giderek ciddi bir tehlike oluşturuyor Sığ suda yaşayan balık türleri azaldıkça, balıkçılar da gözlerini derin sulara dikiyorlar ve böylece oralarda yaşayan canlıların geleceğini tehlikeye sokuyorlar.
 
   IUCNnin son listesinde en az %20sinin soyu tükenmekte olan 547 köpekbalığı ve vatoz türü yer alıyor. IUCN köpekbalığı uzmanı Sarah Valenti bu türlerin çok yavaş büyüyüp olgunlaştıkları için özellikle duyarlı olduklarına dikkat çekiyor.
 
   Söz gelimi, yaklaşık 16 yılda olgunluğa erişen dişi köpekbalığı türü nüfusunun aşırı avlanma nedeniyle kimi bölgelerde %95 oranında azaldığını belirtiyor. Tatlı su balıklarının durumu ise biraz daha iyi Akdeniz ülkelerinde içme suyu ve sulama amaçlı su kullanımının yanı sıra, kimi öldürücü canlı türlerinin ortaya çıkması yüzünden bu balıkların yaşam ortamları giderek yok oluyor Yöreye özgü türlerin yaklaşık %53ünün tükenme tehlikesiyle karşı karşıya oldukları belirtiliyor.
 
   Afrikada içme suyuna duyulan gereksinimin daha nice canlı türünün de geleceğini tehlikeye atması bekleniyor Uzmanlar bu bölgelerde köklü önlemlerin alınmaması durumunda balık kaynaklarının ve bunların sağladığı besinlerin de giderek yok olacağına dikkat çekiyorlar.
 
Çöl Canlıları Zor Durumda 
 
   Yeryüzündeki çöller giderek genişlese de, bu çöllerde ya da yakınlarında yaşayan hayvanların durumu hiç de iç açıcı değil. Çöl ortamına elverişli beden yapıları ve metabolizmalara sahip çok sayıda ceylan ve antilop türü şimdilerde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. 
 
 
14.04.2016 20:41
   Merhaba arkadaşlar, bu yazıda çevre kirliliğinin canlılara olan etkisi konusunda sizleri kısaca özet şeklinde bilgilendirmek istiyoruz.
 
Çevre kirliliği canlıları nasıl etkiler?
 
   Çevre kirliliği doğadaki tüm canlıların hayatını olumsuz etkiler. Çevre kirliliği nedeniyle canlıların temel ihtiyaç kaynakları olan hava, su, toprak kirlenir. Bu kirlenmiş temel ihtiyaçları kullanan insanlar, hayvanlar ve bitkiler yavaş yavaş sağlıklarını yitirirler.
Hava kirliliğinin canlılara etkileri:
Fabrikalarda ve evlerde kömür, odun ve petrol gibi yakıtlar yakıldığında zehirli gazlar havaya karışarak hava kirliliğine sebep olur.
- Kirli havayı soluyan insanlar yavaş yavaş sağlıklarını kaybederek hasta olurlar.
- Kirli hava başta kuşlar olmak üzere bir çok hayvan türünün sağlığını olumsuz etkiler.
- Kirli havada yağan asit yağmurları toprak kalitesini düşürür, bitki ve ağaçların kurumasına neden olur.
Su kirliliğinin canlılara etkileri:
Fabrika ve kanalizasyon atıklarının akarsulara, göllere, denizlere ve yer altı sularına karışması sonucu kirliliğe sebep olur.
- İçme sularının kirlenmesi sonucunda insanlar ve hayvanlar zehirlenebilir.
- Kirli su ile sulanan tarım arazilerinde yetişen meyve ve sebzeler insanların ve diğer hayvanların zehirlenmesine sebep olur.
- Başta balıklar olmak üzere bir çok su canlısının ölümlerine sebep olur.
Toprak kirliliğinin canlılara etkileri:
Toprak üzerine atılan fabrika atıkları ve evsel atıklar toprağa yayılarak kirliliğe sebep olur.
- Kirlenen toprağın kalitesi düşer ve üzerinde yetişen bitkilerin zehirlenmesine sebep olur.
- Kirli toprakta yetişen sebze ve meyveleri yiyen insanlar ve hayvanlar çeşitli hastalıklara yakalanır.
 
 

 

14.04.2016 17:41
   Ekosistem belli bir alanda yaşayan ve birbirleriyle sürekli etkileşim içinde bulunan canlılar ve bunların cansız öğelerinden oluşan doğal yapılara denir.
 
 
 
   Ekosistemleri olumsuz etkileyen etmenler: Bilinçsiz bir şekilde yapılan avlanma hayvanların yok olmasına tabiattaki dengenin bozulmasına neden olur. Örneğin bir tavşanların avlanılması o bölgede yaşayan ve tavşanla beslenen aslan, kurt, tilki gibi hayvanların aç kalmasına veya ölmesine neden olabilir. Yani bir hayvanın bilinçsiz avlanılması, diğer hayvanlarında ölümüne yol açabilir.
 
 

 

  • Yüzyıllardır insan oğlunun çevre kirliliğine sebep olması.
  • Ormanların insanoğlu tarafından bilerek kasti şekilde yakılması.
  • Sigara ve içi alışkanlıkları nedeniyle İnsanların sigara izmariti ve içki şişelerini sokaklara atmaları.
  • Fabrika bacalarından çıkan dumanlar.
  • Evlerimizin bacalarından çıkan duman.
  • Motorlu araçlardan çıkan egzoz dumanı.
  • Piknik alanlarında İnsanların bilinçsiz davranıp çöplerini doğaya bırakmaları.
  • Denizlerin ve derelerin çöplük olarak görülüp çöplerin buralara atılmaları.
  • Dereler ve denizlerimizde bilinçsiz balık avlanması.
  • Doğada Hayvanların bilinçsiz bir şekilde avlanması.
  • Ormanlarımızdaki ağaçlarımızın bilinçsiz bir şekilde kesilmesi.
  • Son dönemlerde ise gelişen teknoloji nedeniyle havaya bırakılan zararlı gazların küresel ısınmaya neden olması.
 
 
 



 

14.04.2016 17:36

 

Çevre kirliliği ve kısaca çevre kirliliğinin nedenleri! Günümüzde çevre kirliliği dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. Peki, çevre kirliliğinin nedenlerini biliyor musunuz?   Çevre kirliliği, doğal dengeyi bozan ve kaynağı insanlar olan ekolojik zararlardır. Çevre kirliliği dünyadaki tüm canlıları etkiler ve insan sağlığı kadar tüm canlıların sağlığını, yaşamını tehdit eder.  Genel olarak çevre kirliliği canlıların yaşamlarını olumsuz etkileyen ve cansız objelerin yapısına zarar veren maddelerin hava, su ve toprağa yoğun bir şekilde karışmasıdır.  Doğal çevrenin kirlenmesi tüm ülkelerin yani dünyanın ortak sorunudur. Çevre kirliliği herkesin günlük hayatını da etkileyen bir olaydır. Uygarlığın gelişmesiyle birlikte yaşanan endüstrileşme, fabrikalarda insan gücüne gereksinimi arttırmıştır. Kırdan kente göç başladı ve doğal çevrede yaşayan bireyler kentlere göçtü. Kent nüfusunun birdenbire böyle artması sonucunda ise, çevre kirliliği oldukça arttı.  Çevre kirliliğinin pek çok çeşidi vardır. Bunlar; toprak kirliliği, hava kirliliği, su kirliliği, ambalaj atıkları, ses kirliliği, radyoaktif kirlenme, ışık kirliliğidir.  ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN NEDENLERİ  Dünyada nüfusunun artması ve bu nüfusun ihtiyaçları, insan eliyle yaratılan kirliliği hızlandırmaktadır. Günlük yaşamı, özellikle de şehir yaşamını kolaylaştırıcı bazı gelişmeler doğal kaynakları bozmakta; su, hava ve toprağın kirlenmesine yol açmaktadır. Bu da bitki ve hayvan varlığına ve sağlığına zarar vermektedir. Çevre kirliğinin pek çok nedeni vardır ki bunlara örnek olarak aşağıdakileri gösterebiliriz:  - Evler, iş yerleri ve taşıtlarda petrol, kalitesiz kömür gibi karbon salınımı yüksek fosil yakıtların aşırı ve bilinçsiz kullanılması, - Sanayi ve evsel atıkların çevreye gelişigüzel atılması, - Kimyasal ve biyolojik silahların kullanılması, - Orman yangınları, ağaçların kesilmesi, bilinçsiz ve zamansız avlanmalar, - Tarım ilaçları, böcek öldürücüler, soğutucu ve spreylerde bilinçsiz ve gereksizce zararlı gazlar kullanılması, - Nükleer silahlar, nükleer reaktörler ve nükleer denemeler gibi etmenlerle radyasyon yayılması…Çevre kirliliği ve kısaca çevre kirliliğinin nedenleri!
Günümüzde çevre kirliliği dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. Peki, çevre kirliliğinin nedenlerini biliyor musunuz?
 
 
Çevre kirliliği, doğal dengeyi bozan ve kaynağı insanlar olan ekolojik zararlardır. Çevre kirliliği dünyadaki tüm canlıları etkiler ve insan sağlığı kadar tüm canlıların sağlığını, yaşamını tehdit eder.
 
Genel olarak çevre kirliliği canlıların yaşamlarını olumsuz etkileyen ve cansız objelerin yapısına zarar veren maddelerin hava, su ve toprağa yoğun bir şekilde karışmasıdır.
 
Doğal çevrenin kirlenmesi tüm ülkelerin yani dünyanın ortak sorunudur. Çevre kirliliği herkesin günlük hayatını da etkileyen bir olaydır. Uygarlığın gelişmesiyle birlikte yaşanan endüstrileşme, fabrikalarda insan gücüne gereksinimi arttırmıştır. Kırdan kente göç başladı ve doğal çevrede yaşayan bireyler kentlere göçtü. Kent nüfusunun birdenbire böyle artması sonucunda ise, çevre kirliliği oldukça arttı.
 
Çevre kirliliğinin pek çok çeşidi vardır. Bunlar; toprak kirliliği, hava kirliliği, su kirliliği, ambalaj atıkları, ses kirliliği, radyoaktif kirlenme, ışık kirliliğidir.
 
ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN NEDENLERİ
 
Dünyada nüfusunun artması ve bu nüfusun ihtiyaçları, insan eliyle yaratılan kirliliği hızlandırmaktadır. Günlük yaşamı, özellikle de şehir yaşamını kolaylaştırıcı bazı gelişmeler doğal kaynakları bozmakta; su, hava ve toprağın kirlenmesine yol açmaktadır. Bu da bitki ve hayvan varlığına ve sağlığına zarar vermektedir. Çevre kirliğinin pek çok nedeni vardır ki bunlara örnek olarak aşağıdakileri gösterebiliriz:
 
- Evler, iş yerleri ve taşıtlarda petrol, kalitesiz kömür gibi karbon salınımı yüksek fosil yakıtların aşırı ve bilinçsiz kullanılması,
- Sanayi ve evsel atıkların çevreye gelişigüzel atılması,
- Kimyasal ve biyolojik silahların kullanılması,
- Orman yangınları, ağaçların kesilmesi, bilinçsiz ve zamansız avlanmalar,
- Tarım ilaçları, böcek öldürücüler, soğutucu ve spreylerde bilinçsiz ve gereksizce zararlı gazlar kullanılması,
- Nükleer silahlar, nükleer reaktörler ve nükleer denemeler gibi etmenlerle radyasyon yayılması…
ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN SONUÇLARI
 
İnsanoğlunun çevreye verdiği zararlar ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Çevre kirliliğinin sonuçları aşağıdaki gibi özetlenebilir:
- Dünya’nın coğrafyasının değişmesi,
- Küresel ısınma gibi iklim değişiklikleri,
- Erozyon ile verimli toprağın yani besin kaynaklarının kaybolması,
- Su kaynaklarının tükenmesi,
- Enerji kıtlığı,
- Canlıların nesillerinin tükenmesi sonucu biyolojik çeşitliliğin azalması,
- Yiyecek kıtlığı…
 
ÇEVRE KİRLİLİĞİ NASIL ÖNLENEBİLİR?
 
Çevreyi kirletmek yasalarımıza göre suçtur. Bu suçu işleyenlere para cezasından hapis cezasına kadar farklı cezalar verilebilir. Doğal çevre bizim ve bizden sonraki kuşakların içinde yaşayacağı çevredir.
 
- Akar ve durgun sular, hayvan ve insan artıkları ile kirletilmemelidir.
- Çöp birikmemeli, biriken çöpler hemen kaldırılmalıdır.
- Böcek, karasinek ve sivrisineklerin aşırı üremesi ve çoğalması engellenmelidir.
- Yakıtlar tam yakılmalıdır. Böylece hem hava kirliliği hem de enerji kaybı önlenebilir.
- Kimyasal atıkların havaya, suya ve toprağa karışması engellenmelidir.
 
Doğal çevrenin korunması için 1972 yılında İsveç’in Stockholm şehrinde BM (Birleşmiş Milletler) Çevre Konferansı toplandı. Çevre sorunlarının ele alındığı toplantıda çevre kirliliği ve çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik çözüm yolları ele alındı. Bu konferans sonucunda 5 Haziran günü, Dünya Çevre Günü olarak kararlaştırıldı.
 

 

Ülkemizde ise 1978 yılında Türkiye Çevre Sorunları Vakfı kurulmuştur. Daha sonra Başbakanlığa bağlı Çevre Müsteşarlığı kurulmuş ve 5-11 Haziran tarihleri arasını Çevre Koruma Haftası olarak kabul etmiştir.
14.04.2016 17:20
Pek çok kıyı bölgesinde, nüfus artışı ve ekonomik faaliyetlerdeki değişimler; mercan kayalıklarının, deniz tabanının, plaj kenarlarının ve sahilin de değişmesine yol açmaktadır. Kentsel alanın genişlemesi; özellikle sulak alanlar gibi kıyısal habitatların bozulması ile sonuçlanabilmektedir. Her bir türün yeni koşullara uyumu farklı olabileceğinden; ekosistemlerin yapısı ile coğrafik durumu değişebilecektir. Biyolojik çeşitlilik ise, türlerin yerel olarak yok olması yoluyla tehdit altında kalacaktır.
 
Biyoçeşitliliğin azalması (türlerin kaybı); pek çok şekilde ortaya çıkabilir. Ancak en kaygı verici durum ise, neslinin tükenmesidir. Bir türün tükenme (yok olma) hızı; esas olarak çevresel değişimlere ve türlerin bu değişimlere uyum sağlama olasılığına dayanmaktadır. Son yıllarda, dolaylı veya dolaysız olarak insani etkilerle ortaya çıkan yok olma hızı; doğal süreçlerle gelişen yok olma hızından oldukça yüksektir. 
Biyoçeşitliliğin azalması dikkate alındığında, kıyı yönetimi açısından özel bir öneme sahip 4 faktörün olduğu görülür:
 
1-Ötrifikasyon 
2-Habitatların azalması 
3-Türlerin ve Balıkçılık Nesnelerinin Aşırı-Kullanımı 
4-Yeni türlerin ekosisteme katılması
 
Ötrifikasyon
 
 
Tarımsal, evsel ve endüstriyel alanlardan nehirler yoluyla denizlere doğru akışa geçen sular; alıcı su ortamına çözünmüş gübreleri ve nitratları taşımaktadır. Aşırı derecede beslenen makro ve tek hücreli canlıların artması; deniz ortamındaki organik maddelerin mevcut dengesini değiştirmektedir. Organik madde; yüzeysel sularda ve deniz tabanında birikmektedir. Birikim; yüksek miktarda organik madde konsantrasyonu, düşük oksijen düzeyi ve yüksek H2S (Hidrojen Sülfür) konsantrasyonu içeren deniz tabanındaki silt tabakasının içinde yer almaktadır. Bunun sonucunda, pek çok omurgasız tür ve balık çeşitleri gözlenemez olmaktadır.
 
Habitatların Azalması (Kaybı)
 
 
Habitatların azalmasının nedenleri çok çeşitli biçimlerde gözlenebilir;
 
tüm habitat alanının yerleşim, liman, turizm, ve diğer insan yapıları (ekim-dikim alanı, otlaklar, fidanlık, maden ve kazı sahaları vs) tarafından işgal edilmesi; 
barajların ortaya çıkardığı (yumurtlayan göçmen türlerin kuşatılması, habitatların sular altında bırakılarak boğulması, kimyasal ve termal-fiziksel koşulların değiştirilmesi vs) etkiler;
drenaj, kanalizasyon ve taşkın kontrol çalışmaları; 
kirlenme ve (evsel, tarımsal ve endüstriyel ile maden kaynaklarından gelen) katı atıkların uzaklaştırılması; 
yeraltısuyu akiferlerinin evsel, tarımsal ve endüstriyel amaçlarla aşırı kullanımı; 
bitki örtüsü, tas ve çakıl gibi doğal ortam malzemelerinin; çeşitli (kereste, yakıt ve yapı vs) kullanım-amaçlı olarak ortadan kaldırılması; 
taban-hafriyatı ve moloz dökümü; ve 
erozyon ve yararlı-biyoteknoloji. 
Bir 'Habitat Azalması' Örneği:
 
Dalyan, TÜRKİYE
 
 'Centaurea tchihatchewii': 
Çekici bir tür olan bu 'Centaurea'; Orta Anadolu'nun belirli bölgelerinde endemik (yöreye özgü) bir bitkidir. 'Centaurea' cinsi; ülkemizde yaklaşık olarak 170 tür ile temsil edilmekte olup, bunlardan 110 tanesi endemik türdür. Boru biçimindeki küçük çiçeklerle tanımlanan ve ilginç özelliklere sahip olan bu tür; kendi cinsi içinde tektir.
 
Dalyan alanı; Akdeniz'in tüm kıyıları içinde önem derecesine göre ikinci sırada bulunan bir su kaplumbağaları üreme (yumurta yuvaları) sahasıdır. Burası ayrıca; lagünler, göl ve doğal su kanalları içeren en büyük sulak alanlardan biridir. Bu bölge, ülkemizin batısına düşen Akdeniz kıyılarında bulunmaktadır.
 
İztuzu Plajında bir otel inşaatı ile birlikte; bir turizm projesi başlatılmıştır. " Türkiye Doğal Hayati Koruma Derneği " , derhal bu otele karşı bir engelleme kampanyasını, ulusal ve uluslararası ölçekte başlatmıştır. Bu otel inşaatı; 1988 yılında durdurularak Dalyan, ülkemizdeki ilk 'özel koruma bölgesi' olarak ilan edilmiştir.
 
1990-1993 yılları arasında, " Doğa Enformasyon Dairesi " ; bölgedeki plajların kullanımı ve su kaplumbağaları hakkında yerel halk ve yabancı turistlerdeki bilinçlenmeyi artıracak çalışmalar yapmıştır.
 
Türlerin ve Balıkçılık Nesnelerinin Aşırı-Kullanımı
 
 
Günümüze kadar yıllarca en popüler olan bir düzine balık türü, ender türler durumuna gelmiş ve bunların nesli ise yok olma tehdidi altında bulunmaktadır. Kuzey Atlantik Denizinde, (Ringa balığı, yabani Som Balığı ve diğerleri gibi) bazı balık türlerinin, neredeyse hiç ekonomik değeri kalmamıştır. Bu türler açısından halen bazı balıkçılık (avlanma) kotaları olsa bile; her yıl bu kotaların miktarı azalmaktadır.
 
Balıklar haricinde, omurgasızlar ve makro-algler de insanların (yapay etkilerin) baskısı altındadır. Pek çok ülkede omurgasız canlılar, insanlar tarafından gel-git (med-cezir) olayı esnasında toplanmaktadır. Kentlerin ve yerleşim bölgelerinin yakınlarında ise, gel-git olayını kullanan tür toplulukları "canlılarca besin olarak kullanılmak suretiyle tüketilmektedir".
 
Yeni Türlerin Ekosisteme Katılması
 
Baltık Denizi'ne yeni katılan türlerin listesi oldukça geniş olup, bu liste yaklaşık olarak 70 adet türü kapsamaktadır. Ancak çoğu zaman daha yeni katılanlar, Batı Atlantik 'polychaete' türü olarak 'Marenzelleria viridis' ( Ref: Internet ) 'de olduğu gibi, tüm bentik toplulukların yerini almaktadır. 
Yapay Katılım 
- Bazen insanlar doğal değerleri yeniden oluşturmak veya ticari karlar elde etmek için, habitatlara yeni türler eklemekte, veya geçmişte yaygın olan türleri aynı bölgelere tekrar getirmektedirler. 
- 1980-1985 yılları arasında, normalde Pasifik Okyanusunun kuzey bölümünde yerleşik konumda olan 'Paralithodes camtchatica' yengeç türünün binlercesi Barents Denizine taşınmıştır. Bu olayın üzerinden yaklaşık olarak 15 yıl geçmiş olup, su anda ise 'Paralithodes camtchatica'; Kola Yarımadası'nın Norveç ve Rusya kıyıları boyunca çok yaygın bulunmaktadır. Geçen yıl ise Beyaz Deniz'de de bulunmuştur. 2002 yılında Norveç ve Rusya, balıkçılık için 'kota' açılmasına karar vermişlerdir. Ancak halen bu büyük 'Paralithodes camtchatica' yengeç türünün, 'Barents Denizi'ndeki bentik toplulukları nasıl etkilediği hususunda pek az veri bulunmaktadır. Son bilgilere göre; birkaç yıllık çok başarılı bir yavrulama döneminin ardından, 'Kola Yarımadası'ndaki sahil boyunca 'Paralithodes camtchatica' yengeç türünün varlığı fazlaca artmış bulunmaktadır. Çok sayıda bulunan 'deniz-yıldızları' gibi 'karından-bacaklı' türlerinde ciddi oranda bir azalma görülmüştür (Fyodorov, 2002). 
İstisnai (Rastlantısal) Katılım 
Çoğunlukla türler, bilinçsizce veya bazı kazalar yoluyla ekosistemlere katılabilmektedir. Bunların, yerel ekosistem üzerindeki etkileri ciddi miktarda olabilmektedir. 
- Deniz tankerleri, (petrol) yükleri olmaksızın hareket ettiklerinde depolarını deniz suyu ile doldurmak zorundadırlar. Bu anlamda milyarlarca metreküp deniz suyu, kilometreler boyunca tasınmış olmaktadır. Hazar Denizinden Akdeniz'e veya dönüş yolunda ise tam tersine, kanallar ve nehirler yoluyla ulaşım sağlayan tankerler için sözkonusu bir durum olarak; 'Mnemiopsis' türünün Hazar Denizinin hassas ekosistemine taşınması tehlikesine karşı olan bilim insanları, yetkilileri uyarmışlardır. Ancak herhangi bir düzenleme çalışması yapılmamıştır (Ref; Internet Adresi: www.caspinfo.ru/library/bulletin/caspvk/1_33.html ). 
- Diğer bir örnek ise, Akdeniz'e tek bir olayla taşınan 'Caulerpa' alg türü ile ilgilidir. Monako'daki bir deniz akvaryumunda yaşamakta olan 'Caulerpa' örneği; denize atılmıştır. Su anda bu tür; Fransa ve İtalya kıyıları boyunca çok büyük miktardaki alanları kaplamıştır. 
 
 
 
 
 
14.04.2016 17:19

Türkiye biyolojik zenginlik açısından dünyanın önde gelen ülkelerinden biridir. Yurdumuzda 10.000 kadar bitki türü var. Oysa tüm Avrupa’daki tür sayısı 12.000 kadardır. Bu yurdumuzun flora bakımından ne kadar zengin olduğunu gösterir. Bunun yanında memeli hayvan, kuş, sürüngen ve kurbağagillerden birçok tür, ayrıca birçok deniz ve tatlı su balığı türü ulunmaktadır.

     

   Ülkemizde gelecekleri tehlike altında olan tür sayısının 1876 tane olduğu bildirilmektedir. Ayrıca, 1950’li yıllarda sahip olduğumuz 600 – 1000 kadar üzüm çeşidinden, bugün parmakla sayılacak kadar az üzüm çeşidi kalmıştır. Aynı sonuç diğer meyve çeşitleri içinde geçerlidir.

     

   Ülkemizde bazı canlı grupları, örneğin tohumlu bitkiler, kuşlar ve memelilerin tür sayısı bilinmektedir. Buna karşılık omurgasız hayvanlar ve bazı bitkilerin tür sayıları hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak ülkemizdeki biyolojik zenginliğimizin yok olmaya yüz tuttuğu da bir gerçektir. Çünkü bilinen ve bilinmeyen birçok tür tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de insan etkisiyle yok olma tehdidi altındadır.



 

09.04.2016 18:53

   Birey sayısı çok azalarak gelecekte yok olma tehlikesi altındaki türlere “ Tehlike altındaki türler” denir. Bunlar genelde az üreyebilen, uzun ömürlü türlerdir. Tür kaybı habitatın yok edilmesi ve çevre kirlenmesinin yanı sıra insanların etkileriyle de gerçekleşmektedir.

    

   Dinozorlar ve mamutlar gibi türler iklim değişiklikleri ve ortam şartlarındaki değişmeler nedeniyle doğal olarak yok olmuştur. Ancak bazı türler; örneğin Afrika leoparı derisi, devekuşları tüyleri, morslar dişleri, balinalar yağı, timsahlar derisi, gergedanlar boynuzu, kurt, çakal gibi hayvanlar evcil hayvanlara zarar verdikleri için hızlı bir şekilde avlanmakta ve bu türlerin varlığı tehlike altındadır.

    

   Bütün bunlar doğadaki canlı türlerinden birçoğunun bireylerini gelecekte sadece fotoğraflarda göreceğiz demektir. Çünkü denizlerdeki kirlenmeler, midyelerden ve balıklardan önce fitoplanktonların milyonlarcasını öldürmektedir. Kısacası birçok hayvan türü kirlenme, yaşama ortamlarının bozulması ya da kaçak avlanma yüzünden yok olmaktadır. Kontrolsüz yakılan bir ateş, söndürülmeden atılan bir sigara ya da kırılan bir şişe camı parçasının neden olduğu yangınlar, oluşumu yüzyıllar süren ormanları yok ettiği gibi içinde barındırdığı bitki ve hayvan türlerini de yok etmektedir           

   

   NOT: Son 200 milyon yılda, doğal yolla kaybolan canlı tür sayısı yılda 1 tane, son yüzyılda insan tarafından yok edilen canlı türü sayısı yılda yaklaşık 1000 tanedir.

 

   TÜRLERİN YOK OLMA NEDENLERİ

           1-) Doğal nedenler, dünya şartlarında meydana gelen değişmeler ( iklim değişmeleri, meteor düşmesi, volkanizma vb. doğal afetler- dinozorların yok olması)

           2-) Yanlış arazi kullanımı, canlıların yaşam alanlarının yok edilmesi veya Canlıların yaşam mekânlarının parçalanarak küçülmesi

           3-) Çevre kirlenmesi,

           4-) Aşırı avlanma ve canlı kaynaklardan aşırı derecede yararlanma

           5-) Orman yangınları,

           6-) Toprağın erozyona uğraması,

           7-)Doğal hayatı koruma önlemlerinin etkili olmayışı

           8-)Yanlış politik kararlar, Yetersiz yasal düzenlemeler ve eksik uygulama.

         

Dünyada en çok nesli tükenen hayvanlar memeli, omurgalı ve kuş türleri olup en az omurgasızlardır.

         

   YOK OLAN BAZI TÜRLER:

         Bali kaplanı, Kauga ( zebra türü) , Göçmen güvercin türleri, Dodo(uçamayan kuş) ,Amazon timsahı, (balinalar, orkide, leopar, gergedan, deniz fili, Tazmanya kurdu, Afrika fili, orangutan—ise yok olma tehlikesinde olan türlerdir.)



 

09.04.2016 18:47

  Dünyada yaşayan türler değişmez değildir. Belirli koşullar olursa, çevredeki değişmelere paralel olarak binlerce yıl gibi uzun zaman içinde, bir tür, “damla damla” biriken değişimlere uğrayabilir.

  Ancak, ekosistemin ve ekosistemdeki bazı parçaların değişme hızı, türün değişme hızından daha büyük olursa, o zaman türler yeni ekosisteme uyum sağlayamaz.  Daha önce yaşamakta olduğu ekosisteme benzer bir ekosistem kalmamış ise, artık o türün nesli önce azalır, bozulur ve sonra da yok olup gider.

      Bu nedenle, geçmişteki milyonlarca yıl içinde, çeşitli jeolojik devirler boyunca pek çok tür ortaya çıkmış, pek çok türün de nesli yok olup gitmiştir. Yeryüzünde hayatın başladığı günden, bugüne kadar geçen zaman içinde, yaklaşık yüz milyon adet canlı türünün neslinin tükendiği tahmin edilmektedir.

      Unutulmamalıdır ki yukarıdaki nesil tükenme olayları, doğal yollarla (zaman içinde iklim değişmeleri, türler arası rekabet, büyük göktaşlarının dünya ile çarpışması vb. yüzünden) olmuştur. Bu yolla, bir ekosistemdeki kazanç ve kayıplar eşit olmakta, nesli tükenen türler ile yeni ortaya çıkan türler arasında bir denge sağlanabilmekteydi.

      Oysa insan etmeni yüzünden ortaya çıkan nesil tükenmesi, doğal yolla olan nesil tükenmesinden çok farklıdır. Son iki yüz yıllık zaman dilimi içinde nesli tükenen türlerin sayısının, insan türü ortaya çıkmadan önceki son iki yüz milyon yıllık zaman diliminden kat kat fazla olduğu tahmin edilmektedir. İnsanoğlunun doğayı değiştirme hızı, canlı türlerinin kendilerini genetik olarak değiştirip değişen doğaya uyum sağlayabilme hızından çok fazla olmuş ve olmaktadır. Sonuç olarak, birçok canlı türünün nesli tükenmiş, birçoğu da tükenme tehlikesiyle yüz yüze gelmiş bulunmaktadır.

  Memeli hayvan türleri ile çiçekli bitkilerin atalarının yaygınlaşmaya başladığı 70 milyon yıldan beri, yeryüzünde muhteşem bir “biyolojik çeşitlilik oyunu” oynanmaktadır. Yerküresi ekosistemi bu oyunun sahnesini, ekosistemdeki cansız varlıklar da sahnenin dekorunu oluşturmaktadır. Sahnedeki her bir canlı türü de bu oyunda rol alan oyunculardır. Her türün sahnede ayrı bir rolü ve ayrı bir etkinliği vardır. Geçmişteki milyonlarca yıl boyunca oyunun pek çok perdesi açılıp kapanmıştır. Her perdede başka başka canlı türleri başrolleri paylaşmışlardır. Öyle görülüyor ki, sadece son 7000 yıldan (yerleşik tarım toplumuna geçişe denk düşen günlerden) beri, oyunun son perdesi oynanmaktadır.

  Bu gidişle oyun, sahnenin çökmesi ile bitecek ve bu yüzden birçok güzel rol oynanamayacak, birçok güzel oyuncu oynayamayacaktır. İnsan türü, aklını ve aletlerini biyoçeşitlilik oyununu bozmak için değil, oyunun bozulan sahnelerini düzeltmek ve bozulan sistemi daha düzenli sürdürebilmek için kullanmak zorundadır.

  Bütün bu üstün değerlerine ve yararlarına rağmen, bu canlı doğal kaynaklarımız ve zengin biyolojik çeşitliliğimiz, bu topraklarda doğup gelişen değişik uygarlıkların da olumsuz etkisiyle son 7000 yıldan beri talihsiz bir sürecin kıskacına girmiş bulunmaktadır. Bu sürece kısaca BAY süreci diyebiliriz:  BAY süreci içinde Türkiye’nin biyoçeşitliliği önce Bozulma, sonra Azalma, en sonunda da Yok olma olayları ile karşı karşıya bulunmaktadır.  BAY sürecinin başlıca nedenleri arasında toprak erozyonu, hızlı insan-nüfus-artışı ve (yaklaşık % 2,5) düzensiz ve savurgan kaynak kullanma alışkanlıklarımız bulunmaktadır.